Beyin ile İlgili İlginç Gerçekler
İnsan beyninin ortalama nöron sayısı = 100 milyar Ahtapot beyninin ortalama nöron sayısı=300 milyar
Ortalama bir beyinin ağırlığı 1400 gramdır, Kuhlenberg (1973) yaptığı bir araştırmada beyin ağırlığı ile entellektüel kapasite arasında istatistiksel bir korelasyon ortaya çıkarmış ancak kaydedilen en ağır beyinin (2850 gr.) zeka özürlü bir epilepsi hastasına ait olduğu fark edilmiştir.
Beynin yüzeyi çok geniştir ve kendi içine kıvrılarak genişler, ortalama bir insan beyni açılırsa 1.5 metrekare kadar yer kaplar.
Ana rahminde nöronların çoğalma ve gelişme oranı= 250.000 nöron/dakika
Nöronun çapı= 4 ila 100 mikron (1 mm. = 1000 mikron)
En uzun nöron aksonu = 15 feet (Yaklaşık bir zürafanın ayağından boynunun üstüne kadar)
Bir nörondan geçen sinyal hızı = 1,2 ila 250 mil/saat (Yaklaşık 400 km./saat)
Bir insan beyninde, Samanyolu yıldız kümesindeki yıldızlardan daha fazla nöron vardır.
Beynimizdeki tüm nöronları birbirine ekleyerek dizseydik ne kadar uzun olurdu? 1 nöronun yaklaşık 10 micron uzunluğunda olduğunu varsayarsak (farklı boylarda olabilirler) 100 milyar nöron: 100,000,000,000 nöron x 10 mikron= 1000 km ya da yaklaşık 600 mil. (
http://serendip.brynmawr.edu/bb/kinser/%20Nerve8.html)
Aktif bir hücre yaklaşık 20 kadar dendrit büyütebilir ve böylece bilgi depolayabilir (bir ağacın dalları gibi görünür).
İnsan beyninin %80’i sudan oluşur, dehidre oldukça beyin işlevini yitimeye başlar.
Hareket, tüm beyin seviyelerini birden kullanmamıza neden olan tek aktivitedir ve genç
öğrenenlerin sağ ve sol yarılarını aynı anda kullanmasını sağlar.
Beyin Araştırmalarından Öğrenme Üzerine Ortaya Çıkanlar
Zeka, deneyimin yarattığı bir fonksiyondur, sadece genetik bir özellik değildir. Hepimizin kullandığı en az yedi farklı zeka türü vardır ve her biri için beynimizin farklı bölgelerini kullanırız. Akıl, patika ve yol arayan bir araçtır, gelen veriyi bu yolla işler, değerlendirir ve anlam çıkarır. Eğer gelen veri işimize yaramayacaksa, başka kavramlarla ilişkilendirilmemişse ya da ilgimizi çekmeyi başaramıyorsa, yani bir amacı yoksa kullanılmaz ve yok olur. Kişiliğin ve duyguların öğrenme üzerinde etkisi büyüktür, çünkü onların etkisiyle bilgiyi alır, organize eder, hakkında kararlar verir ve diğerleriyle etkileşime geçeriz. (Leslie Hart, Human Brain and Human Learning, http://www.atozteacherstuff. com/stuff/brain.html)
Beyin araştırmalarının sonuçlarının gelecekte daha ileri teknoloji ve yeni olanaklarla pek çok bilinmeze ışık tutacağı ve insan sağlığının ötesinde eğitim dünyası için de büyük fayda sağlayacağı yadsınamaz. Şu anda nöroloji henüz emekleyen bir bebek olarak tabir edilmekte olmasına karşın pek çok kuram, metod ve stratejiye destek olmaktadır (Greeenfield, İnsan Beyni, 2000, 155). Bunların başında Howard Gardner’ın Çoklu Zeka Kuramı, Daniel Goleman’ın Duygusal Zeka Kuramı ve Caine ve Caine’in Beyin Temelli Öğrenmede 12 Prensibi gelmektedir. Bu çalışmada Caine ve Caine’in beyin araştırmalarının bulgularından yola çıkarak oluşturdukları ve nöroloji biliminin bulgularını tercüme ederek, özellikle eğitimcilerin kullanımına kazandırmayı, böylece eğitim faaliyetlerinin etkinliği ve verimliliğinin artırılmasını amaçladıkları 12 Temel İlke ve Uygulamaları üzerinde durulacaktır.
Beyin Temelli Öğrenme Prensipleri
Beyne-dayalı öğrenme, izlenecek bir reçete sunmaz; ancak karar vermemizde beynin doğasını göz önünde bulundurmamızı söyler. Beyin hakkında bildiklerimizi kullanarak daha iyi kararlar verebiliriz; daha çok öğrenene erişebiliriz. Kısaca, beyin temelli öğrenme, beyni anlayarak, onun yapı ve işlevlerini gözönünde bulundurarak öğrenmeyi düzenlemedir (Jensen, 2000). (Aktaran: Filiz Eyüboğlu, Beyne Dayalı Öğrenme, 2002)
Nöroloji ve beyin araştırmalarından yola çıkarak oluşturulan ilkeler olarak beyin temelli öğrenme ilkelerinin dayandığı nokta beyinin nasıl işlediği ve insanların öğrenmeyi nasıl gerçekleştirdiğidir. Öğrenme ortamları ve olanakları beynin uyarıcıları alma, işleme ve kaydetme sürecini destekleyecek şekilde düzenlenirse öğrenmelerin daha etkili ve kalıcı olacağı bir gerçektir (Caine ve Caine, 2000). Buna göre oluşturulan 12 prensip şöyle sıralanabilir:
1. Beyin paralel çalışan bir işlemcidir:
Düşünceler, önseziler, kişilik özellikleri ve duygular eş zamanlı olarak işler ve bilginin diğer formları ve çeşitleriyle etkileşim içerisindedir. Iyi bir öğretim ortamı bunu gözönünde bulundurur, bu nedenledir ki öğretmen öğrenmenin orkestra şefidir.
2. Öğrenme bütün fizyolojiyi kapsar:
Öğrenenenin fiziksel sağlığı (uyku ihtiyacı, açlık durumu vb.) beyini etkiler, bu da o anki ruh halini, motivasyonunu ve yaklaşımını etkiler. Fizyolojik olarak belirli döngülerimiz vardır, bir gece boyunca hiç uyumayan bir genç, ertesi gün yeni bilgiler almaya açık ve hazır olamayacaktır. Yorgunluk, açlık vb. her türlü fiziksel durum hafızayı, beyini ve dolayısıyla öğrenmeyi etkiler.
3. Anlam arama doğuştan gelen bir özelliktir:
Hepimiz doğuştan anlamlandırma ve kavrama çabası ve ihtiyacı içindeyizdir. Bu prensibin ana nedeni hayatta kalma çabasıdır. Beynimiz tanıdık olan uyarıcıları otomatik olarak algılarken aynı zamanda yeni uyarıcıları da alır ve işlemden geçirir. Bu nedenle öğrenme ortamının güvenli, dengeli, tutarlı ve tanıdık hale getirilmesi öğrenmeye odaklanmayı kolaylaştıracaktır. Ancak aynı zamanda merak, keşif ve meydan okuma için gerekli olanaklar tedarik edilmeli ve öğrenenlere hem heyecanlı, hem anlamlı hem de çok çeşitli seçenekler sunulabilmelidir.
4. Anlamlandırma arayışı “şemalar halinde organize etme” (örüntüleme) ile ortaya çıkar:
Edinilen bilgiler beyinde organize edilir, düzenlenir, gruplanır ve sınıflanır. Beyin anlamsız ve ilişkilendirilmemiş bilgi parçalarını, kalıpları ve örnekleri reddeder ve gelen bilgileri anlamlı bağlar (şemalar) kurarak depolamak için çaba gösterir. Organize edilmiş, ilişkilendirilmiş bağları (şemaları) kırmak ya da değiştirmek zordur, pek çoğumuz olgunlaşana kadar şemalar oluşturmaya devam ederiz ve hayatımızın geri kalanında bu şemalardan yola çıkarak kararlar alır, yaşamımıza devam ederiz. Öğrenmede en ideal işlem bilgiyi beynin kendi şemalarını oluşturabileceği şekilde sunmak ve ona hazır şemaları empoze etmeye çalışmamaktır. Beyinin bilgi depolama kapasitesi, uygun şemalar oluşturması sağlandığı sürece çok geniştir.
5. Örüntülemede (şemaları oluşturmada) duygular önemli rol oynar:
Beyin araştırmalarının sonuçları her ne kadar tersini gösterse de yıllardır kullanılmaya devam eden duyuşsal, bilişsel ve psikomotor alanlarının birbirinden ayrıldığı düşünülmektedir. Oysa beyinde bu faaliyetler birbirinden ayrı bölgelerde değildir, duyguları bilişten ayırmak mümkün olmamaktadır. Bu özellikler etkileşimli bir ağ yapısı taşımaktadırlar. Herşeyin içerisinde biraz duygu da vardır, hatta pek çok beyin araştırmacısı, hafızanın duygular olmadan varolamadığına dikkat çekmektedirler. Öğrenmemizi, yaratmamızı ve üretmemizi sağlayan, bizi güdüleyen de duygularımızdır. Insan olarak bizim için önem taşıyan duyguları anlamak için çaba harcamalı ve onları kabullenmeliyiz. Duyguların bir başka önemli özelliği birbirimizi desteklememiz, sosyalleşmemizdir. Birbirimize ve sosyal aktivitelere ihtiyaç duyarız ve duygularımız olmazsa tüm bunları gerçekleştiremeyiz.
6. Her beyin parçaları ve bütünü aynı anda hem görür hem de işler:
Caine ve Caine’e göre yarıküreler birbirinden farklı özellikler göstermektedir ancak sağ ya da sol beyin faaliyetleri üzerine ayrı ayrı öğretim programları geliştirmek doğru değildir, çünkü her iki yarıküre aynı anda ve etkileşimli bir ağın parçaları olarak işlemektedir ve sadece öğrenirken değil, hayatımızın her anında bu iki yarı birlikte çalışmaktadır. Beyin araştımalarının bulgularından çıkarılması gereken en önemli mesaj etkinliklerde her iki yarıkürenin de aktif katılımını sağlayacak olanaklara gerek olduğudur.
7. Öğrenme hem odaklanmış dikkat hem de ikincil (çevresel) algılama gerektirir:
Bir sınıfın ya da odanın ikincil mesajları öğrenmede önem taşır. Özellikle çocuklar, doğaları gereği herşeyden ve her yerde öğrenirler. Beynimiz öğrenilen objeye odaklanır, ancak algıladığımızı fark etmesek bile her uyarıcı beynimize ulaşır. Örneğin soğuk/sıcak hava, dışarıdan gelen kuş sesi, gri duvarlar, beyaz soluk ışık gibi. Özellikle yaşamın ilk yıllarında tüm deneyim böyle oluşur. Bu nedenle çevre çok önemlidir. Eğer sınıfta öğrenilen her hangi bir şey öğrenciler tarafından “dışarıda” yani başka bir mekan/amaç/durumda kullanılmazsa bu öğrenme durur, yaratılmış bağlantılar zayıflar. Bu nedenle öğrenme ortamları, çevreleri değişebilmeli ve zengin olanaklar sunmalıdır.
8. Öğrenme hem bilinçli hem de bilinçsiz süreçleri içerir:
Bilinçli bir biçimde anladığımızdan çok daha fazlasını öğreniriz. Ikincil olarak gelen pek çok uyarıcı beyne biz farkında olmadan ulaşır ve bilinçdışı bir etkileşime girer. Tam da bu nedenle öğrenenlerin sadece anlatılan ile değil deneyim ile öğrendiğini söyleriz. “Aktif işleme” olarak adlandırdığımız bu süreç öğrencilerin neyi ve nasıl aldıklarını gözden geçirmelerini ve kişisel anlamlandırma ile öğrenme sürecinin kontrolünü almalarını sağlar. Anlam her zaman yüzeyde, ulaşılabilir olmayabilir. Öğretmen olarak bir öğrenciye ulaşamadığınızı düşünüyor olabilirsiniz ancak yıllar sonra başka bir yer ve anda aynı öğrenci “şimdi anlıyorum” diyebilir, siz hala bu öğrenmenin bir parçasısınızdır ancak artık orada değilsinizdir.
9. Bellek sistemi en az iki türdür; alansal ve ezbersel:
Alansal bellek sistemi (otobiyografik sistem) devir, prova gerektirmeyen ibr sistemdir, anlık deneyimleri kaydeder ve hatırlamak için çaba harcamamız gerekmez. Bu sistem, hayalgücü ya da yaratıcılık gerektirmez, hazır bulunan veriyi alır, işler ve kullanmak zorunda değildir. Yaşantıları, deneyimleri üç boyutlu alanlara yerleştirir ve zamanla gelişir. Bu sistemle öğrenciler ceza ya da ödül ile güdülenirler, örneğin bir öğretmenin, başarınız karşısında tüm öğrencilerin önünde size verdiği bir ödülü hatırlamak için çalışmanız gerekmez.
Ayrı ayrı öğrenilen olguların, kavramların ve becerilerin ise alıştırma yapılarak, tekrarlanarak hatırlanır hale gelmesi gerekir. Ezbersel bellek, bir kısmını bilgi depolamak için kullanır. Yeni öğrenmeler daha önceki öğrenmelerden ne kadar farklıysa ezber ve tekrar da o kadar gereklidir. Okul sistemimizin bu belleğe daha bağlı olduğu bir gerçektir. Ezber bazı durumlarda gereklidir ancak birbiriyle ilişkilendirilmediğinde öğrenmeyi engelleyebilir.
Öğrenmenin öğrenen tarafından bilginin alınması, ilişkilendirilmesi ve yeni nöron bağları kurması olduğu düşünülürse, sadece ezbersel belleğe güvenmek öğrenmenin gerçekleşemeyeceği anlamına gelmektedir.
10. Beyin, en etkili ve iyi olarak olgular ve beceriler doğal mekansal belleğe yerleştiğine
kavrar ve hatırlar:
Alansal bellek iyi organize edilmiş ve yönetilmiş, yaşamın içinden deneyimlerle, düşük tehdit ve yüksek rekabet ortamı içeren öğrenmelerle harekete geçer ve faal olur. Bu nedenle gerçek yaşantılar, geziler, drama, öyküleme, metafor ve gösterimler önem taşır. Bu konuda en iyi örnek ana dilimizi öğrenme sürecimizdir, küçük yaşta gerçek deneyimlerle, dinleyerek ve konuşarak dili, sembolleri ve anlamlarını ilişkilendirir ve kullanırız.
11. Rekabet (uğraştırıcılık) öğrenmeyi geliştirirken tehdit (tehlike) geriletir:
Özellikle sınıf ortamında karşılaştığımız “düşüş”ler öğrenenin tehdit altında ve çaresiz hissetmesinden kaynaklanır ve öğrenmeyi zedelediği gibi performansı ve motivasyonu da düşürür. Hipokampus olarak adlandırılan ve limbik sistemin bir parçası olarak kulaklarımız ile burnumuzun çakıştığı hizaya denk gelen, beyninmizin orta kısmında bulunan kısım, diğer bölgelere göre stres ve tehditleri çok daha hassas biçimde algılar ve salgıladığı hormonlarla beynin kapasitesini ve o andaki faaliyetini azaltma yetkisine sahiptir. Örneğin ciddi bir kaza anında bizi şoka sokan ve daha sonra yaşamış olduğumuz korku ve acıyı hatırlamamamızı sağlayan da bu bölümdür. Bu bölümün aynı zamanda belleğimizde yeni anılar yaratmada da önemli bir rolü vardır. Bu nedenle de güvenli bir ortamda ancak rekabete açık bir durumda yeni bağlantılar için maksimum olanak sağlar ve böylece etkili öğrenmeyi destekler.
Buna bağlı olarak öğrencilere güvenli bir ortam yaratmak, rahatlama egzersizleri ve benzeri aktivitelere katmak ve daha önemlisi öğrencilerin; öğrenmenin zaman alan, sabır gerektiren bir süreç olduğunu, her bireyin kendi ritmi olduğunu kavramalarını sağlamak gerekmektedir.
12. Her beyin tek ve eşsizdir:
Benzer bir sisteme sahip olsak da her beyin, farklı deneyim, duygu ve içgüdü işlevleri ile farklı bağlantılar kurar ve eşi yoktur. Herkesin dünyayı farklı algıladığını, olaylar karşısında farklı tepkiler verdiğini ve farklı stillerle öğrendiğini kavramak ve buna göre etkileşime geçmek gerekir.